DEVRİMCİ YOLUN TÜRKİYE TAHLİLİ
Devrimci Yol,
1970'lerdeki Türkiye siyasal yaşamının çalkantılı durumunu Türkiye'nin
1950'lerde içine girdigi ekonomik ve siyasi sistemin
1970'lere
gelindiğinde tümüyle tıkanmış durumda olmasından kaynaklanan bir sonuç
olduğunu söylemektedir. Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu iç ve dış
çeşitli etkenlerin baskısıyla çok yönlü ve derin bir bunalıma
sürüklenmesi olarak yorumlamaktadır. Bu bunalımda mevcut iktidar
odaklarının kendi
iktidarlarının devamı için aşırı baskı
politikalarına yöneldiğini ve
devlet desteğiyle örgütlendirilen bir
faşist terör dalgasının bütün ülkeyi kapladığı görüşündedir.
Devrimci Yol Türkiye’yi ekonomik, politik kültürel ve askeri açılardan
emperyalizmle bağımlı olarak tarif eder. Türkiye
kapitalist ekonomisinin kendi dinamikleri ile değil yukarıdan aşağıya ve dışa bağımlı bir biçimde kurulduğunu ve başından itibaren
tekelci bir karaktere sahip olduğunu söyler. Türkiye’nin
1900’lu yıllardan itibaren
burjuvazininönderliğinde bir demokratik devrim sürecinde olduğunu ancak gerçek bir
demokratik devrimin burjuvazi önderliğinde tamamlanmasının olanaklı
olmadığı bunu
proletaryanın önderliğindeki bütün halkın demokratik iktidarının gerçekleştireceği fikrindedir.
Toprak reformunun özellikle doğuda çözülmediğini,
feodalizminülkede tasviyesinin gereçekleştirilemediğini belirtir. Çözülememiş bir
başka burjuva demokratik devrim sorunu olak gördüğü mesele ise ulusal
sorundur. Devrimci Yol bu sorunun feodalizmin tasviyesi ile bağlantılı
olduğu tesbitini yapar. Ülkenin durumunu uluslararası tekellerle
bütünleşmiş yerli burjuvazi ve toprak ağalarının ortaklığında
oligarşik bir
diktatörlükolarak tanımlarken bu ittifağın içindeki çelişkiler nedeni ile ekonomik
platformda bir takım anti-feodal tedbirler nedeniyle bu iki öğe
arasındaki dengenin tekelci burjuvazi lehine bozulduğunu tespit eder.
Ancak kapitalizmin temellerinin sağlam olmaması ve halen
kapitalizmöncesi sorunlarla uğraşılması, ülkede klasik bir burjuva demokrasisini
dahi kurulamadığını bunun yanında işçi hareketinin de güçlü
olmamasından kaynaklı olarak çalışan kesimin ağır bir sömürü altında
bulunduğunu iddia eder. Hakim kesimin kendi içindeki bu çelişkilerin
ülkeyi yönetmelerine imkan tanımadığı ve dışa bağımlı ekonominin
sürekli sallantıda olmasının da kendiliğinden ve gittikçe keskinleşen
bir sosyal muhalefete neden olduğunu bunun da halka karşı daha fazla
baskı ve faşizmle yanıt bulduğunu iddia eder.
İÇ SAVAŞ TEZİ
Devrimci Yol Türkiyede
2. Dünya Savaşı öncesi
Avrupa’da aşağıdan yukarı gelişen
faşizmin aksine yukarıdan aşağı yapılanan bir faşizmin bulunduğunu ve bunun emperyalizme bağımlı yeni
sömürge devletyapısından kaynaklandığını söyler. Faşizme karşı mücadelenin devletin
yapısının değiştirilmesini hedefleyen bir program çerçevesi içinde bir
devrim sorunu olarak görülmesi gerektiğini ve bir açık faşizm
tehlikesinin somut olarak gündeme geldiği durumlarda temel alınması
gerekenin faşiszmle mücadele olduğunu ileri sürmüştür. 1977-1980
yılları arasında yaşanan siyasal çatışma ortamı Devrimci Yol çevresi
tarafından içsavaş olarak tanımlanmakta idi. O günlerde içsavaş tanımı
yapan başka bir siyasi hareket yoktur. Devrimci Yol Türkiye'de ilan
edilmemiş, üstü örtülü, cephelere ayrılmamış bir savaş yaşanmakda
olduğunu ve buna göre örgütlenmek gerektiğini savunuyordu. Devrimci
Yol’un bu tespiti sağ militan gruplarla mücadelede onu öne çıkaran, bu
mücadelenin odağı haline getiren faktör oldu
DİRENİŞ KOMİTELERİ
Devrimci Yol toplumda var olan militan sağ hareketlere karşı her türlü direnme eğiliminin
Direniş Komiteleriadı altında bir araya getirilmesi gerektiğini düşünmekte idi. Hareketin
önderleri Direniş Komiteleri tartışmasını solun gündemine getirdi. Bu
öneri özellikle THKP-C kökenli gruplar arasında yoğun tartışmalara
neden oluyor ve Devrimci Yol, THKP-C ve
Mahir Çayan'ı
reddetmekle suçlanıyordu. Devrimci Yol'a göre Direniş Komiteleri
ihtiyaçtan doğmuştu ve halkta var olan ve aslında kendiliğinden gelişen
direnme eğilimlerinin bir çatı altında toplanması, aynı politik hatta
duruşlarının sağlanması bir zorunluluktu. O dönemde Türkiye'de günlük
yaşamda can güvenliği en elzem sorunlarından biri haline gelmişti.
Siyasal nedenlerle günde 5-10 insan hayatını yitiriyor, şehirler,
mahalleler, sokaklar, okullar, işyerleri saflaşmanın içine giriyordu.
İdeolojik saflaşma sürecini yaşayan toplum, hızla fiziki bir saflaşmaya
gidiyordu. Ev ev, sokak sokak yaşanan ayrışmada bireyler bir tercih
yapmak zorunda kalıyordu. Devrimci Yol çevresinin ortaya attığı Direniş
Komiteleri bir bakıma kendileri adına, bu
kaosunönüne geçebilmenin çabasıydı. Kimin ne yapacağı, ne zaman yapacağının
bilinmediği bir siyasal çatışma yerine, anti-faşist mücadele olarak
adlandırdıkları mücadelede derli toplu bir hat oluşturmayı zorunluluk
olarak görüyorlardı.
"
Faşist güçlerin, halk yığınlarını yıldırmaya yönelik
saldırıları, geniş halk yığınları arasında bir savunma ihtiyacının
doğmasına neden olmakta; çatışmanın genişleyip yaygınlaşması,
anti-faşist bir dayanışma eğiliminin doğmasına ve gelişmesine neden
olmaktadır. Direniş komiteleri bu eğilimin devrimci bir doğrultuya
kanalize edilmesi, bağımsız bir devrimci hareketin, halk iktidarını
hedefleyecek şekilde ve tüm anti-faşist halk güçlerinin birleşik
devrimci savaşının örgütlendirilmesi doğrultusunda kavranılmasının bir
gereği olarak ortaya çıkmıştır."
[2]Faşizme karşı mücadeleyi devrim sorunu olarak gören Devrimci Yol
Önderleri Devrimci Yol dergilerinde sık sık çıkan yazılarla sayıları
hızla artan Direniş Komitelerini kontrol etmeye ve bir politik zemine
çekmeye çalışıyorlar ve sivil faşist olarak tanımladıkları ülkücü
gruplarla çatışmanın yaşanmadığı ya da yaşanarak başarı elde edildiği
alanlarda da, komitelerin kurulması, kurulmuş komitelerin devam
ettirilmesini öneriyordu. Devrimci Yol'a göre bu mücadelede yakalanan
güç devrimci bir yola kanalize edilmezse, elden kaçabilirdi. Bu yüzden
Direniş Komitelerini yalnızca sivil faşist güçlere karşı kavga zemini
olarak düşünmek yanlıştı. Devrimci Yol bu komiteleri ayrıca halka
sosyalizmi yaşatabilecekleri ve onları alıştırabilecekleri bir alan
olarak görüyordu. Direniş Komiteleri, kurulması amaçlanan sosyalizmin
iktidar organlarının nüveleri olarak görülüyordu.
DEVRİM YOLUN ÇİN-SOVYET KUTUPLAŞMASINA YORUMU
Devrim anlayışı üzerine olan farklılıklar
1960’ların sonlarına doğru, daha çok
Sovyet ve
Çin devrimlerininbiçimlenişleri (sovyetik ayaklanma ve halk savaşı modelleri) arasındaki
bir tercih olarak ortaya koyuluyordu. 12 Mart sonrası ise Çin ve Sovyet
modellerinden farklı olan ve Türkiye’ye özgü olan devrim kavramı
gelişmeye başladı 12 mart sonrası dönemdeki başlıca eğilimler darbe
öncesi teorik ve pratikleri redderek uluslararası aktörlerden (SSCB
veya Çin) birini takip etmek veya THKP/C hareketinin eleştirisiz bir
devamı olmak olarak ortaya çıktı. Devrimci Yol Türk solu açısından bu
kamplaşmayı ve özellikle bu fikirleri savunan grupların uzlaşmacı
olmayan tutumlarını son derece olumsuz ve yıkıcı olgular olarak
tanımlayan fikirlerin temsilcilerindendi. Sovyetler Birliği'nde bir
geriye dönüş süreci yaşandığını ve ülke içinde sosyalizmin
uygulanmadığını ve dış politika alanında da proletarya
enternasyonalizmine uygun bir siyaset yürütülmediği tespitini yaparken Çin'de de SSCB'de olduğu gibi
milliyetçi-
revizyonistbir sapmanın egemen olduğunu iddia etmektedir. Ve bu iki sapmadan
birinin peşine takılmanın proletarya enternasyonalizmi adına yanlış
olduğunu, yapılması gerekenin bir yandan uluslararası plandaki bu
sapmalara karşı mücadele edilirken asıl olarak Türkiye’de devrim için
gerekli görevlerinin yerine getirilmesini savunmuştu. Devrimci Yol, bir
yandan SSCB politikalarını anti-
Marksist ve sosyal emperyalizm olarak tanımlayıp karşı çıkarken diğer yandan da karşı uçta yer alan Çin’i de revizyonist ve
ekonomist -
dogmatik olarak yorumlamıştı.
Devrimci Yol için SSCB ise bir Revizyonist Diktatörlüktü.
Komünist Partiyöneticilerinin yönetim tekeline dayalı ve kitlelerin yönetimde bir söz
hakkına sahip olamadığı bir sosyalizm anlayışı yerine kitlelerin
doğrudan yönetim aygıtlarına katıldığı yaklaşımı benimsedi. Bu görüşler
ileride kendi örgütlerinin kuruluş ve örgütlenme pratiklerine de
yansıttı
FATSA YEREL YÖNETİMİ
Devrimci Yol'un
Ordu'nun
Fatsa ilçesinde giriştiği Yerel Yönetim deneyi örgütün yönetim anlayışına örnek gösterilir. Fatsa'da terzi
Fikri Sönmezbağımsız aday olarak belediye başkanı seçilir. Bu ilçedeki faaliyetler
tüm Türkiye'de ilgi ile izlenir. İlçe nokta operasyonu adı verilen
askeri bir harekata maruz kalır. Fikri Sönmez ve birçok insan
tutuklanır belediye yönetimi dağıtılır.
12 EYLÜL ÖNCESİ
Devrimci Yol
1980'in
ilk aylarında bir askeri darbenin gündemde olduğunu ve diğer gruplarla
ortak bir siyaset geliştirmeyi, ortak eylemlerinin genişletilmesini ve
buna benzer bazı önlemleri içeren bir politika benimsedi. Bu politika
diğer gruplara da götürülerek tartışıldı. Ancak diğer gruplarla
sürdürülen bu girişimler ilke tartışmaları ve polemikleri içinde
yaşanan diğer olumsuzluklarla birlikte sonuçsuz kaldı.
12 Eylül'den önceki olaylara bakıldığında
Fatsa,
Çorum,
Tariş olaylarınınyanında Türkiye solunun çok yoğun bir şekilde iç mücadelelerle,
çatışmalarla meşgul olduğu görülecektir. Devrimci Yol bu dönem içinde
bir askeri darbenin gündeme geldiğini ekonomik temellere dayandırarak
açıklamıştı. Demokratik ülkelerde uygulanamayacak kadar sert
IMF politikalarını uygulamak isteyen egemenlerin böyle bir darbeye ihtiyaç duymaya başladığını yazıyordu
"Bu alınan tedbirler ise (...) ordunun devreye sokulması yoluyla,
daha ileriki bir aşamada ordunun aracılık edeceği açık faşist bir
rejime geçiş sağlamaktan başka bir anlama gelmez." "...Bu gelişmelerin en son geldiği yer sivil sıkıyönetim uygulamalarıdır. Bugün (bir yanda) polis tarafından her türlü işkence uygulamaları faşist
katliamları takviye edecek şekilde sürdürülürken sözde anarşiyi önleme
uğruna giderek artan biçimde ordu devreye sokulmaktadır. Bu
gelişmelerin Latin Amerika
ülkelerinde sıkça rastlanan türden sol görünümlü bir hükümet
aracılığıyla yürütülen baskıcı bir yönetim doğrultusundaki bir gelişme
sayılması gerektiği söylenebilir ki, bu tür yönetimleri çoğunlukla açık
faşist bir yönetimin izlemesi kaçınılmaz bir şeydir.